ROGER FEDERER
25 yıllık sporcularla röportaj yapma tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki, size asla soru sormazlar. Roger Federer bir istisna. Özel jetine gittiğimiz otobüste beni soru bombardımanına tutuyor: Sarı Yelekliler’in Paris’i nasıl darmadağın ettiğini, nerede yaşadığımı, çocuğumun olup olmadığını. İkiz çocuklarımın (kendisinin bir erkek bir de kız olmak üzere iki farklı ikizleri var) ve annemin, kendisininki gibi, Johannesburg’un kuzeyinde doğduğunu öğrenince neşeli gülümsemesi ve İsviçre-Alman aksanının güzelce donattığı neredeyse mükemmel İngilizcesi ile şu sözleri söylüyor: “Kardeş bile olabiliriz.”
Bu sabah, NetJets uçağıyla Zürih’ten, turnuvasının olduğu Madrid’e uçuyoruz. Neredeyse tamamen dikey olarak kalkışımızı gerçekleştiriyoruz: Özel jetler, 40.000 fitin üzerinde, ticari uçaklardan daha yüksekte uçuyor ve neredeyse tamamen ince, trafiğe kapalı hava sahasında dolaşıyor.
Federer ve ben, yumuşak bej deri koltuklarda birbirimize bakıyoruz. Hostes, aramıza bir yemek masası açıyor. Yolcu dostlarımız – Federer’in fitness koçlarından ikisi ve bir NetJets çalışanı – kabinin arkasındaki koltukta seyahat ediyorlar. Birinci sınıf kaliteli yaşam için bir dergi reklamında olduğumu hissediyorum. Masa arkadaşım, hafif bombeli burnuna rağmen, bir Roma tanrısı kadar güzel. Uzun bacakları birbirini sıkıştırmışsa da, tüm vücudu oldukça rahat gözüküyor. Gülümsüyor ve tanıştığı herkesten iyi bir yanıt almaya alışkın bir adamın özgüveniyle, herkesle göz teması kuruyor. Birçok sporcunun aksine, konuşmasını denetlemesi için yanında bir menajere ihtiyaç duymuyor.
37 yaşındaki Federer, 20 yıldır benzersiz bir şekilde tenis oynadığı bir evrede. Yorumcular her ne kadar on sene önce emekliliğini onun yerine düşünmeye başlasa da 2017’de Wimbledon’ı, geçen sene de Avusturalya Açık’ı (20’nci Grand Slam şampiyonluğu) kazandı. Şimdiyse tekrardan Novak Djokovic ve Rafael Nadal’ın ardından dünya üçüncüsü, organizasyonun kurallarına göre ise iki numaralı seri başı olarak Wimbledon’a geri dönüyor. Amacı, rekor kırarak, dokuzuncu kez kazanmak. Ne zaman emekli olacağı konusundaysa gerçekten kararsız. Bu sabahki uçak yolculuğumuzda, bir yetişkinin olabileceği en enerjik şekilde karşımda.
Kariyerini ve hayatını gözünün önünden geçirmesini rica ediyorum. Ama öncesinde hostesimiz bize mini kruvasanlar ve meyve tabağı getiriyor. Federer’in fani gıdalarını yiyip yemediğini merak etmişimdir; Djokovic, eğer yemek yiyecekse, yiyeceklerinin glütensiz ve çiğ olmasını istiyor. Ancak Federer, kruvasanına marmeladını dahi sürüyor.
Hostes detoks içeceklerini öneriyor: “Sabah enerjisi!”
Federer gülümsüyor, “Normalde hiç içmem ama şimdi bir tane deneyeceğim.” Hostes, birkaç farklı meyve suyunu ona uzatıyor. Ben bir latte rica ediyorum, o ise espresso; ve ikimiz de yanına müslilerimizi alıyoruz. Bu aşama, korktuğumdan daha rahat geçiyor.
“Gerçekten de” diye söze başlıyorum, “birden fazla kariyerin oldu. Yükselişin, tartışmasız hegemonyan; sonrasında ise rakiplerin devreye girdi-”
“Ben de aynı şekilde görüyorum,” diyerek söze giriyor. Devam ediyorum: “Şimdilerde tekrardan zirvede olmak için çaba sarf ediyorsun.” Bu noktada bana katılmıyor. “Şu sıralar gerçekten de harika zamanlar. Bu turun, neredeyse, sonuna yaklaşmış durumdayım ve bu anların değerini çıkarıyorum. İşin sonunun nasıl olacağını bilememek de bu işi eğlenceli kılıyor.” Her seyahatinin keyfini çıkardığını söylüyor, çünkü gittiği şehre artık son seyahatinin olabileceğini biliyor.
Peki, kariyerini kendisi nasıl özetler?
“İnanılmaz hızlı ilerledi. Daha küçük bir genç olduğum günler dün gibi aklımda.”
Basel’li bir burjuva çocuğu, (ebeveynleri Ciba-Geigy adlı bir ilaç firmasında çalışıyordu) tenis akademisinin yolunu tutmak için 14 yaşındayken evini terk etmişti. ”Evden uzakta olduğum zamanlar ağlıyordum. Ne zaman pazar günlerini akşam altı trenine binsem, olabileceğim en üzgün şekilde oluyordum. Ancak bu benim kararımdı. Çocukluğundan biraz fedakârlık etmek zorunda kalıyorsun, ancak yine olsa yine yapardım diye düşünüyorum.”
15 yaşındayken, Fransız restoranlarında oturup masa örtüleri üzerine kendi imzasını atmayı deniyordu. “İleride ünlü olursam diyeydi. Şöyle düşünüyordum, ‘Umarım bir gün turnuvalar kazanır ve ilk 100 içerisinde olabilirim. Ve kim bilir, günün birinde televizyonda gördüğüm insanlarla beraber oynama imkânını elde ederim.’ Galiba 18 yaşındayken ilk 100’e girmiştim, ve kendi kendime demiştim ki, ‘Vay canına. Gerçekten de Grand Slam’lerde olabilirim. Andre Agassi ve Pete Sampras ile aynı soyunma odasındayım. Aman tanrım, bu çok havalıydı.”
Genç adamın yaşadığı en büyük zorluk saha dışındaydı: “Kırmızı halılara çıkmak, önemli insanlarla görüşmek, kadınlara bakmak ve onlarla konuşmak, normalde konuşamayacağım kişilerle beraber olmak, bunların hepsi zordu. Utangaç bir insandım. Fakat tenis bana çok fazla yardım etti ve şu anki hâlime evrilmeme yardımcı oldu.”
19 yaşında, Sidney Olimpiyatları’nda -İsviçre için tenis oynayan- gelecekteki karısı Mirka Vavrinec ile tanışmıştı. Aylar sonraysa nihayet bir turnuva kazandı. Gençliğinde oynadığı o kaygısız tenisini hatırlıyor: “20 yaşımdayken şöyle diyordum, ‘Bu topa öylesine sert vuracağım ki, yerde adeta bir delik açacağım.’ 37 yaşına geldiğinizde ise işler değişiyor: ‘Hmm, muhtemelen ilk önce şuraya vuracağım, sonra adamı kendi etrafında çevirip bir şekilde fileye gideceğim ve hoş bir voleyle sayımı bitireceğim.’” Şimdilerde kendisini “çılgın sayılar” için zorladığını söylüyor. Aynı zamanda da tenisin çok fazla profesyonelleşmesinden ve kendisinin çok rahatlamasından endişelendiğini ekliyor.
Meyvesi hariç her şeyi yemişti. Başlangıçta kahvaltımızın bittiğini varsayıyordum, ancak hostes daha fazla sipariş alacak gibi görünüyordu.
“Bir espresso daha alabilir miyim?” diye soruyor Federer, sonuna oldukça İngiliz şekilde, “Affedersiniz” ekleyerek.
Hostesimiz omlet öneriyor.
“Neden olmasın?” diyor Federer. Kendisine katılıyor ve iştahlı yolculuğuna ortak olmaya devam ediyorum.
“Çok fazla ciddi olmak istemiyorum,” diyerek devam ediyor. “Ancak belki de bir tenisçiden daha fazlasıyımdır.” Gerçekten de Grand Slam finallerinden önce KitKat yiyor mu? “Her maç öncesi kahve içerim, eğer yanında çikolata da varsa, çikolatayı da yerim. Ya da belki kurabiye.” Dahiler, faniler gibi fedakarlık etmek zorunda değildir.
Ancak Federer dehasını kontrol etmeyi öğrenmeli. Herhangi birisiyle kendisine paralellik kuruyor mu diye soruyorum: Lionel Messi. İyi bir futbol taraftarı olan Federer neşeleniyor. Heyecanla Messi ile tanışıp tanışmadığımı soruyor (kendisi tanışmamış.) “Komiktir ki, Messi hakkında yeterince konuşmadım. Messi hakkında en sevdiğim şey, topu aldığında veya kaleye doğru yöneldiğinde tüm sahayı görebilecek vizyona sahip oluşu. Sonrasında pas atması, topu sürmesi ya da şut çekmesi tamamen ona kalmış. Onun için her zaman üç farklı ihtimal var. O, buna sahip birkaç kişiden biri.”
Paralelliği ben ekleyeyim: Federer de aynı şekilde, sahada birçok farklı seçeneğe sahip. Tenis yazarı ve antrenörü John Yandell, sadece forehand’inin 20 farklı varyasyonu saymıştı.
“Evet,” diyerek kafa salladı. “Gençken karşılaştığın sorun, neyi ne zaman kullanacağını bilmemen. Bu durum – nasıl dersiniz – oldukça karmaşık. Oysa tüm gün boyunca forehand ve backhand vurmakta usta biriyseniz, elbette buna karar vermek daha kolay.
“Benim birçok farklı seçeneğim var. Bizler için bu durum biraz daha zorlayıcı. Öğrenme sanatında ustalaştığınız andan itibaren, ‘Bu şut için hangi seçeceği kullanmalıyım, ya da bu vole için çantamdan hangi aleti çıkarmalıyım?’ diye düşünmek inanılmaz heyecan verici. Belki de bu yüzden bu oyuna olan aşkım bugünlerde çok fazla. Geometri, açılar, hangi anda hangi şutu kullanmalıyım? Aşırtıp fileye mi yakınlaşmalıyım? Geride mi beklemeliyim? Yoksa olabildiğince sert mi vurmalıyım?”
Seçeneklerini mükemmelleştirdiğinde, 2003 Wimbledon’da ilk Grand Slam zaferine ulaştı. Ocak 2004’te bunun yanına Avustralya Açık’ı ekledi. Sonrasında, “Bilinçli bir karar verdim: Uzun süreler bu oyunu oynamak istiyorum.” dedi. Fitness antrenörü, her turnuvada görünüp para kazanmaktansa sık sık aralar vermesini tavsiye etmişti.
“İşleri bırakıp herkes gibi ’30’uma kadar oynayacağım.’ diyebilirsiniz. Ancak jenerasyonlar arasında oynamanın her zaman çok keyifli olabileceğini düşünmüştüm. Çünkü bizim nesillerimiz 10 ya da 15 seneden oluşmuyor. Her beş sene yeni birisi sahneye çıkabiliyor. Benim jenerasyonum, sonrasında Rafael, Novak ve Andy. Şimdiyse yeni nesle sahibiz. Bunu tecrübe etmeyi, aynı zamanda – belki şimdi saçma gelebilir – genç isimlere benim gibi yaşlı birisiyle oynama imkanını vermek istemiştim.
2004’ten Ocak 2010’a kadar erkekler tenisini 15 Grand Slam kazanarak domine etti (toprakta Nadal ile karşılaşmaları hariç). 2009’da ikiz kızları dünyaya geldi. “2010 ve 2011 çocuklarım dünyaya geldiği için biraz bulanık. Tek hatırladığım ailemle geçirdiğim vakitler, aldığım sonuçlar değil. Bu şekilde ilerlediği için gayet memnunum.”
Federer bebek bezleri değiştirdiği sıralarda, Nadal ve Djokovic olgunlaşmış ve onu her zeminde yenmeye başlamıştı. 15 senelik rekabette Nadal’ın Federer’e karşısındaki istatistiği, bu ay Fransa Açık’taki 3-0’lık galibiyetle, 24-15’e gelmiş durumda. Federer, 2013’ten 2016’ya kadar hiçbir Grand Slam kazanamamıştı. Yaşını da göz önüne alarak, birçok yorumcu onun için yolun sonunun geldiğini düşünüyordu. “O seneler benim için kavga seneleriydi. Savaşmam gerektiğini o anlarda göstermiştim.” diyor.
Rekabetsiz hegemonyayı tercih eder miydi? “Elbette. Sonsuza kadar domine etmeyi isterdim. Rafael ve diğerleri gelmeye başladığında, onlara alışmam biraz zaman almıştı.” Nadal hakkındaysa, “Bir noktada şapkanızı çıkarıp taktir etmeniz gerekiyor: Sen çok iyisin. Bunun farkına vardıktan sonra işin keyfini çıkarmaya başladım: Zirvede yalnız olamazsın. Her zaman rakiplere ihtiyacın var. Beni daha iyi bir oyuncu yaptıkları için onlara minnettarım.” övgülerini eksik etmiyor.
Federer ve Nadal, soyunma odalarında bir nezaket standardı belirledi. 1980’lerde Jimmy Connors ve John McEnroe, rakipleriyle ve gençlerle konuşmazdı bile. Federer, 80’lerde ve 90’lardaki soyunma odalarında birkaç kişinin birbirlerine katlanamadığından bahsetti.
Tura başladığından bu yana işler değişti ve gelişti. “Benim başladığım zamanlarda zaten dostça bir soyunma odasına sahiptik, tahmin ediyorum ki bunu korumayı başardık. Çokça fazla önem verdiğim bir şey varsa, o da genç tenisçilerin tur boyunca iyi ağırlanmasını sağlamak ve turun başında ‘Bu eğlenceli olacak dostum.’ diyeceklerini duymak.
O zaman bir genç soyunma odasına geldiğinde, Federer gidip ona selam veriyor mu?
“Evet. Sonrasında belki, ‘Antrenman yapmak ister misin?’ diye sorabilirim. Ve antrenman esnasında sohbet edebiliriz: ‘Neler yapıyorsun? Kardeşin var mı? Küçükken kahramanın kimdi?’”
Lafını bölüyorum: “Ama onların kahramanı zaten sendin.”
“Her zaman değil. Zaman zaman. Bu durum her zaman ilginç oluyor, özellikle ilk defa yaşandıysa.”
2014’te Federer’in erkek çocukları dünyaya geldi. 2003’te, bir öğlen yemeğinde, 40 yaşına gelmiş satranç oyuncusu Garry Kasparov bana şöyle demişti, “Tüm enerjini bu oyuna akıtamazsın. Çünkü çocukların, ailen, belki işin, belki de bambaşka problemlerin var.”
Federer, hevesli bir şekilde araya giriyor: “Her zaman iki farklı saat takıyor gibi hissediyorum, bir tanesi kendim, diğeri ise ailem için. Çünkü biliyorum ki, takvimleri darmadağın olmuş durumda. Yatağa gidecekleri zamanı, teniste olduğum zamanı hepsini biliyorum. Maçımdan 45 dakika önce, onlarla hızlıca bir FaceTime yapmam gerektiğini biliyorum.”
“Eve, bir maç veya bir turnuva kazanıp ya da kaybederek döndüğümde, ‘Hey, benimle Lego oynayabilir misin?’ diye soruyorlar ve ben, ‘Hadi oynayalım bakalım.’ diyorum. Evet, bazen orada sadece oturup aklımda maçı düşünüyor olabilirim, ancak her zaman oğullarıma tüm dikkatimi vermeyi deniyorum. Hiçbir zaman, küçük bir çocukken de, Wimbledon’ı kazandıktan sonra çocuklarımla oynayacağımı düşünmemiştim. Bu yüzden bu durum bana hayal gibi geliyor.”
Eşitlikçi zihniyetle yönetilen ülkesi İsviçre, onun sıradan bir baba olmasına olanak tanıyor. “Parklara çocuklarımla gidebiliyorum. Herkes gibi, diğer ebeveynlerle konuşuyorum.”
Bazı ebeveynler sizle selfie istemiyor mu?
“İstiyorlar, ve bu çok normal. Sabah yürüyüşe çıktığımda bir karar vermek zorunda hissediyorum: Bunun için havamda mıyım? Eğer değilsem, evde kalmaya karar veriyorum. Ve her zaman nazik olup, ‘Şu an çocuklarımlayım. Yeşillik içerisinde bir ev inşa etmeye çalışıyorum.’ Ya da işim her neyse onu diyebiliyorum. ‘Ancak sonrasında seve seve yaparım.’ diyorum.”
2016’daki diz ameliyatından sonra, birçok kişi emekli olacağını düşündü. Ancak sonrasında, kariyerine üç tane daha Grand Slam ekledi. “Halen fiziksel olanaklarımın yükseklerde olduğunu düşünüyorum.” diyor. Şu sıralar da her zamankinden daha çok ara verse de, bu sadece yaşlanan kemikleri korumak için değil. “Tüm kariyerin boyunca her şeyde yarışmayı, ve sonrasında ‘En büyük anlarımın keyfini hiç çıkaramadım.’ demeyi istemezsin.”
Bir süre önce eşine, kazandıkları turnuvaların tadını daha fazla çıkarmak için zaman ayırmalarını önerdi. Turnuva sonrası anında uçmak yerine, “Belki bir sonraki sabahı bekleyebiliriz. Güzel bir akşam yemeğinden sonra, bir kadeh şampanya içip gecenin tadını çıkarabiliriz.”
20 senelik tur kariyerin keyifli miydi? “Çokça.”
Sonrasındaki olası boşluktan korkuyor musun? “Pek değil. Bir temele, dört çocuğa ve tenisteki günlerimi ilerletecek sponsorlara sahip oldukça, tahmin ediyorum ki iyi olacağım.” Aynı zamanda stresi özlemeyeceğini de ekliyor.
“Diğer ailem olan tenisçileri özleyeceğim. Bence en zoru bu olacak. Birgün, gerçekten bıraktığınızda, asıl sorulması gereken soru; her şeyden sonra kiminle iletişimde olup olmayacağım. İşte o zaman, turdaki gerçek arkadaşlarının kim olduğunu anlamış olursun. En sonunda da miktarlarının çok fazla olmayacağını anlamış olacaksın.”
Kim onlar? Hızlıca verdiği cevap oldukça dokunaklı: “Halen Rafael ile iletişimde olacağımı düşünüyorum.”
Neredeyse sonu gelmeyen iki saatlik konuşmamızdan sonra, Madrid’e doğru alçalmaya başlıyoruz. Federer, hemen altımızdaki kurak alanları işaret ediyor. “Avrupa’da gezmek çok keyifli. Gördüğün gibi birazcık hareket ediyoruz ve her şey değişiyor. Tüm topraklar güneş yüzünden yarı yarıya yanmış durumda. İsviçre’de ise hemen her şey yeşil. Avrupa’nın bu yönünü seviyorum.” Ziyaret ettiği şehirlerin keyfini çıkarmaya bakıyor. Seyahatlerinin hiçbir zaman, “Otel, tesis, havalimanı ve ‘Görüşürüz.’”den ibaret olmasını istemiyor. “Otellerimi genelde şehir merkezinde seçmeye çalışıyorum, böylece birazcık yürüme veya parka gitme imkanı bulabiliyoruz. Şimdilerde, çocuklar sayesinde şehirlere olan bakış açımız tamamen değişti. Geceleri restoranlarda geçirmeyi seviyorum, arkadaşlarım ve eşimle olmak üzerimdeki baskıyı azaltıyor.”
Federer röportajlardan zevk aldığını söylüyor. Ona, biz gazetecilerin onun hakkında hala neyi anlamadığımızı soruyorum. Kişisel olarak şakacı birisi olduğu için, bunu özel olarak cevaplıyor. Ve ayrıca: “Belki de şarap mahzenimin olduğunu ve bir şişeyi arkadaşlarımla içmek istediğimi bilmiyorlardır.” diye ekliyor.
Piste indiğimizde, NetJets çalışanı fotoğrafımızı çekiyor. Federer kolunu omzuma uzatıyor, ve ben de elimi onun sırtına atıyorum. Bundan önce dokunduğum her sırt, tanımı belirsiz bir kütleden ibaretti. Ancak Federer’in sırtında, bütün kemikleri ve kasları hissedebiliyorsunuz. Kısacası, Braille alfabesiyle anatomi kitabı okumak gibi.
Günün sonunda, terminale doğru dönüş uçağımdaki ekonomi sınıfı koltuklarım için yola çıkıyorum.